Ali Osman Ertan

Ali Osman Ertan

Hayattan Anektotlar

Kader mi dersiniz?

01 Şubat 2020 - 01:27

Tekrar merhaba sevgili dostlar.

Bizler yaşlı fertler olarak,sizlere öğütlerimiz oluyor, altında bir şeyler aramayın lütfen.
Bana dünyada parayla alınamayan bir şey söyle deseniz, hiç düşünmeden tecrübe derim. Kimi kolay atlatır, sahipsiz biraz zor atlatır, deneyimi...

1973 bir yaz günü Elazığ'a gittim. Veteriner Üniversitesi, 4. kata gelmesine rağmen maalesef hâlâ asansör kuyusu koyulmamış, çalıştığım yerin patronu beni gönderdi. 5'inci yani son katın demirleri bağlanıyordu oraya gittiğimde... Müteahhit ise şeker gibi bir insandı. Bir de güzel sesli biri son katta demir bağlıyordu beton gelecek yerlere. Müteahhite "Hadi abim saptayalım asansör kutusunun yerini" diyorum, tabii ki işimi hızlı yapmak istemenin de vermiş olduğu bir gençlik var... Müteahhit her dememde "Acele etme sen misafirsin" diyor... Derken cuma selâsı verildi.

- "Hadi millet Sara hatuna!" diye bağırdı müteahhit, herkesin çok sevindiği gözlerinden belliydi.
- "Yaşa, Mustafa bey! Sağ ol" diye bağırıyordu taşeron ve ustalar...

Tabii ki bilmiyordum nereden bahsettiklerini, bunu da her hal ve hareketimle belli ediyordum.

- Sara hatun nerededir beyim? Uzak mıdır? diye sordum. Yine gülerek "sen misafirsin" diye cevap verdi.

20- 25 kişi çeşitli araçlara binip yola çıktık... Epey bir zaman gittikten sonra bir bakkalın önünde durduk. Müteahhit diğer araçtakilere "Siz gidin, biz geliriz." diye seslendi. Diğer araçtakilerden birisi de gülerek "Anladık abi" diyerek cevap verdi.

Müteahhit, bakkala girip çıktı. Eskiler hatırlayacaktır, elinde büyük bir kese kağıdı ile döndü. Hemen yanında oturuyordum...

- Siz bunu bir tutsanız olur mu? dedi.
- Ne demek abi lafı mı olur... diye cevap verdim.

Şöyle bir yüzüme baktı. "Daha ismini öğrenemedik usta, adın nedir?" Sıkılgan bir ifadeyle "İsmim Osman abi ama aile çevresi bana Cengiz der." diye cevap verdim. Güldü... Benimki de Mustafa Özcan dedi. Memnun olduğum manasında başımı salladım.

Ardından yola devam ettik, rampa bir yola geldik ve arkama dönüp baktığımda yılana benzer bir yol çıktığımızı gördüm. Hemen gözüme atın üstünde bir adam heykeli ilişti, tuhaftı çünkü kılıcı kırıktı. Benim oraya dikkatli baktığı gören bir taşeron "Kılıçarslan o Osman ağabeyim, onu bizim Deli Hüseyin yaptı..." Güldüm...

Az ötede Sara Hatun Camii'ni gördüm. Kutsal bir yerdi, Elazığlılar rahat oldukları her cuma buraya gelirlermiş. Mübarek gelinmeyecek de bir yer değil ki, orası tepede bir plato sanki. Nefis Elazığ manzarası ve bayağı yüksek bir yer. Namazımızı kıldık, patron bi' çay içelim gerçi açsınız ama der demez herkes çayı onayladı. Salaş bir çayevinin önünde kısa sandalyelere oturduk.

- "Abi Deli Hüseyin geliyor." dedi biri... Kravatlı biraz kuruca yaşlı biri gelip patronla kucaklaştı. Beni gördü...
- "Misafirimiz var herhal" dedi.
- Evet, Ankara'dan geldi. Yakışıklı Hüseyin." dedi biri...
- Sorma Asansör yeri bırakmamışız binada, dışarıdan yapılacak.
- Neyimiz doğru ki

dedi Hüseyin ağabey.

"Osmanım, Hüseyin ağabeyimiz resim öğretmenimizdir. Şu gördüğün heykeli kendisi yaptı, amma şu kılıç yok mu..."

Gülüştük.

- Bi' daha yaparsam şart olsun patron diye cevap verdi Hüseyin ağabey.

Kalktık. Ben heykeltraş beklerken resim hocası olduğunu öğrendiğim Hüseyin hocamla candan bir esenleme geçirdikten sonra tekrar araçlara doluştuk. "Geç kaldık.gençler daha işimiz çok" dedi müteahhit...

Çıktığımız rampa yoldan aşağı indik, araç durdu, herkes indi, tabelayı okudum... ELAZIĞ AKIL HASTANE'si
yazıyordu... Çok şaşırdım.... İlk kez bir akıl hastanesi görüyordum., aşağı indim, müteahhit bakkaldan aldığı kese kağıdını aldı, açtı. Filtresiz bafra sigarası doluydu. Kapıya değil hastane duvarına yürüdü müteahhit.
Birden boşalırcasına insan seli...

- Sigara.... Sigara... Sigara... Tek istedikleri oydu... Sigara... Hepsine dağıttı, tam gidecekken, mübaşir kılıklı biri geldi.
- Mustafa abi, müdür hiddetleniyor. Bize ver, biz dağıtalım diyor.
- Hadi ordan! Ben sizi bilirim bi' kamyon gönderdim, bir dal bile vermemişsiniz haberi geldi bana...
- Yok ağabey ya...
- Yemezler müdüre söyle, kendi ellerimle dağıtacağım ben. Bugün zaten az gelmiş sigara.

İşimiz bitti. O deli dediğimiz ama sigarayı tüttürürken gözlerini kapattıklarında orada bile ne kadar mutlu olduklarını gördüğümüz insanları geride bırakıp inşaata doğru yola çıktık.

Ama kendi kendime "Buraya geldiğin, son olmayacak Osman dedim.
İnşaata geldik, yemeğe oturduk. Patronun yanındaydım yine... Garipçe baktım ona doğru.
- Yemek yiyen patron görmedin mi, yakışıklı kardeşim.

dedi.

"Gördüm ağabey gördüm... Görmem mi... Ama işçisiyle aynı masada yemek yiyen patron görmedim" diye cevap verdim.

Şaka değil, doğuda tüm resmi işleri bu adam yapıyordu. Korkunç bir makine parkı vardı. Hatta bazı makine techizatı ülkede tekti.

Bu kadar mütevazi ulaşılamaz bir insan sanılan birinin bu yakınlığı elemanlarla olan basit ve tertemiz ilişkileri benim hayatımda hep dönüm noktası olmuştur. Yüzlerce insan çalıştı yanımda bir gün bile kendime patron dedirtmemişimdir. Bu gördüklerim hayatımda bana kılavuz oldu, ama iyi ama kötü...

Gelelim inşaattaki yemek olayına... Hani son katta şarkı söyleyen, bizimle camiiye gelen, yemek yiyen bu kardeşimiz, birkaç ay sonra Elazığ yerel bir plak şirketi tarafından plağı yapılan İbrahim Tatlıses'ti... Onunla da bu vesileyle tanıştığım için mutluluk duydum.

Değerli kardeşlerim... Bir dahaki sefere kaldığımız yerden inşallah devam edeceğiz... Mutlu günler bol kazançlar diliyorum...

Saygılarımla...

Reklam