Ali Osman Ertan

Ali Osman Ertan

Hayattan Anektotlar

Her şey göründüğü gibi değil!

06 Şubat 2020 - 23:09

Tekrar merhaba dostlar.
Elazığ'da vazifemi yapıp tekrar merkezimiz olan Ankaraya'ya döndüm. Bu arada yabandan gelenleri koruyan, onlara ufak bir zeval gelmesini istemeyen munis, kendine özgüvenleri sonsuz Elazığ'ın gakkoşlarına geçirdikleri bu tabii afet sonrası selam ve sevgilerimi iletirken, depremde canlarını kaybedenlere ALLAH'tan rahmet, yaralılara şifa ve tüm Elazığlı kardeşlerime geçmiş olsun derü yakın zamanda eski günlerine dönmelerini temenni ederim...
***
Ankara'dan Elazığ'a asansör malzemelrini yükleyerek yola çıktım. Kırıkkale'de yolda yol çalışmaları yapan bir buldozerle çarpıştı bizim araç... Bu kaza sonrası epey bi' malzemem zayi oldu tabii. Sabah erken saatlerde Elazığ'a vardım. Şantiye kapısında yine bizim Müteahhit Özcan karşıladı beni, kucaklaştık...

- "Yakışıklı hoş geldin, özlettin kendini."
Baktı benden bir kelam gelmiyor sözlerine devam etti...
- "Kötü bir şey mi var?"
Anlattım yolda başımdan geçenleri...
- "Sana bir şey olmamış ya boşver gerisini, ben birazdan senin patronu arar konuşurum. Zarar gelen malzemeleri de biz temin ederiz, takma kafanı..." dedi.

Bu adam bir kez daha fethetti kalbimi, zira bizim patron bin bir soruyla mahvederdi, moral falan bırakmazdı. Elimizdeki malzemelerle başladım işe...

Siyaset rezilliğinin yaşandığı bir dönemden bahsediyorum. Zira kardeş kardeşi vuruyor, öz iki kardeş aynı masada yemek yiyemiyordu o dönemde... O akşam rampalı çarşı denen bir lokantada kelli feli bir akşam yemeği ısmarladı patron bana, 2 gün sonra meşhur İZZET PAŞA CAMİİ'ne bomba koydular, patlamayı çok uzak olmasına rağmen asansörünü yaptığımız Veteriner Fakültesi inşaatında duyduk. Ertesi gün gidip baktık, bir şey yoktu camiide, Allah'ın hikmeti...

Çalıştığım asansör şirketinin patronu beni aradı.
- "Ya orda Keban Pastanesi'nin üstünde Kığı Turizm'in binası var, oranın da malzemesini göndereceğim..."
Sevinmedim değil hani... Bu arada şirket bize harcirah olarak günlük 35 TL ödüyordu, Otel, yemek parası, kalacak yer falan bunlara karışmıyordu. İster açık ver ister arttır sana kalmış...

Hal böyle olunca zaten Elazığ'ın en iyi oteli Yalçın Palas'ta kalıyor. O dönemin parasına göre muazzam bir günlük ücreti vardı.(15 LİRA)

Yeni işin karşısında da, hani eskiden altta atla arabayı bağlar çıkar üstte yatarsınız. Han yani... Baktım biraz gençlik de var iktisat edelim, biraz da ileride pavyonlar var, bayanlar da orada kalıyor, eh daha ne olsun, oraya gitmeye karar verdim. Orada zaten fakültenin asansörleri bitmek üzere idi. Akşama yakın hana vardım, üst kata çıktım 13-14 yaşlarında güzelce bir kız oturyordu, vaziyeti anlattım kıza...

Burada kalabilir miyiz? diye sordum. Kızcağız, utana sıkıla bakkal defteri gibi bir defter uzattı bana... "Vallahi ben bilmez abey, babam akşam gelecek...

Bir deftere baktım, bir kıza... Üzüldüm, çok üzüldüm, kızcağız okuma yazma bilmiyordu. Kahroldum, Elazığ'da okul mu yok acana dedim kendi kendime...

Baktım deftere, odalar 3 kişilikti. "Ya odalara bir bakabilir miyim?" dedim. Baktım, odalar geniş ve ferah 4 ranza rahatça sığar, tamam dedim oldu bu iş! Bir fiyat verdi kız, bizim otel fiyatının neredeyse 5'te 1'i... Kız hala akşam babamla görüşün indirim yapar diyordu. Pazarlık yapmak insafsızlık olur, daha ne olsun dedim kendi kendime.

Akşam ellerimizde valizler, vardık hana. Üst kata çıktık, baktım uzun boylu pala bıyıklı 35 yaşlarında görünen bir adam.

- Osman ağabey misiniz?
Başımla onayladım... Çok memnun olmuşa benziyordu, odamızın hazır olduğunu, valizlerimizi bırakıp, ellerimizi yıkayıp gelmemizi rica etti. Şöyle bir yan gözle baktım, bize sofra hazırlamışlardı. Dikkatli bakınca sağ ayağının yanında bir kasa bira olduğunu fark ettim. O zamanlar bira her yerde serbestti, kahvehanelerde bile satılıyordu...

Valizleri bırakıp, bir de ranzaları kontrol edip, ellerimizi de yıkadıktan sonra masaya oturduk. Yöresel yemeklerin de olduğu, biraz da çilingir sofrasını andıran yemekleri afiyetle yedik.

Biralarımızı yudumluyorduk. Herkes halinden memnundu. Pürneşe şakalar yaparken, bende şeytan peydah oldu.

- "Apocan, her şey için teşekkür ederim ama ben bugün bir şeye çok üzüldüm."
- "Hayrola ağabeyim?"
Başlamıştım bi' kere kaşıdım yarayı...
- Bugün öğrendim de, kızın okuma yazma bilmiyor, yoksa okul mu yok çevrede?

Bir an derin bir sessizlik oldu. O koca ihtişamlı Apo, hüngür hüngür ağlıyordu...
- "Gardaşım öncelikle beni yobaz biri olarak görme"
dedi iç çekerek...
- "Askerliğimi İstanbul'da Selimiye Kışlası'nda yaptım. Arkadaşlarım, komutanlar beni çok severlerdi, evlerine davet ederler, hanımlarına "Bizim Apo" diye takdim ederlerdi. Onlar da beni kardeşleri olarak görürlerdi. Yani insanlarla ilişkilerim her zaman iyiydi... Hatta kaç komutan askerlik sonrası ziyaretime geldiler, sağ olsunlar...
Ben Bitlisliyim, 15 yaşında amca kızıyla evlendim. Ben askerken kızım 4 yaşındaydı. Askerlik sonrası baba-ana yaşlı terk edemedik köyü. Kız okul çağına geldi, bizim köyde ilk ben yazdırdım okula ama okul 7 köy ilerdeydi, kar yağdı mı köye 2 metre yağar... Bir götürdüm, iki götürdüm okula ama bu süreçte üç kez ölümden döndük. Bi' benim kız olsa yine iyi diğer köy çocuklarını da götürüyordum, risk fazlaydı, kısacası 1 ay bile dayanamadık ve okul maalesef hayal oldu...

Hala hıçkırarak ağlıyordu. Konuyu açtığıma açacağıma bin pişman oldum, kahroldum bir kez daha. Doğu nasıl bir yerdi böyle... Halimize o anda binlerce kez hamdettim, ahhh hem de ne ahh!

Değerli okuyucular, Elazığ 3'de buluşmak üzere, her şey gönlünüzce olsun.
Saygılarımla...

Reklam